ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
KILIÇ KALEM MÜNÂZARASI
Doç. Dr. İdris KADIOĞLU
Dicle Üniversitesi, Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü
CBÜ SOSYAI, BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 2011 Cilt :9 Savı :2
ÖZET
Bu çalışmada, kılıç-kalem münâzarası üzerinde durulmaktadır. Münâzaranın kelime ve terim anlamları açıklandıktan sonra Arap, Fars ve Türk edebiyatında münâzara konusunda özet bilgi verilmiştir. Türk edebiyatında münâzara başlığı altında genel olarak münâzara türündeki eserler, özelde kılıç kalem münâzaraları üzerinde durulmuştur. Makalede on dördüncü yüzyıl Divan şairi Ahmedî ’nin “Kasîde fî-Bahsi’s-Seyf ve ’l-Kalem” adlı kasidesi şekil ve içerik yönünden incelenmiştir. Çalışmanın sonunda kasidenin metni bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ahmedî, kılıç, kalem, kaside
THE SWORD-PEN DEBATE ABSTRACT
This study focuses on the “münazara” of sword-pen. After explaining the meaning of the debate as a word and term, summary information about debate in Arabian, Persian and Turkish literature is given.The general emphasis is put on the Debates in Turkish Literature, and specifically on the sword-pen debates.A 14th century court poet Ahmedi’s kaside named as "Kasîde fî-Bahsi’s-Seyf ve’l-Kalem" is examined in terms of form and content in this paper. The full text of the kaside is at the end of the study.
Keywords: Ahmedi, sword, pen, eulogie GİRİŞ
Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde münâzara, “gerçeğin ortaya çıkarılması için yapılan tartışmaların esaslarını inceleyen bilimin adı” olarak tarif edilmektedir. (Yavuz, 2006: 576) Arapça bakmak düşünmek anlamındaki “nazara” kökünden türetilmiş olan münâzara sözcüğü, “karşılıklı bakışmak, birlikte düşünmek, kuralına uygun olarak karşılıklı konuşmak, ilmî münakaşa” anlamlarına gelir.
Genel olarak münâzaralar iki türlüdür. Birincisi ilmî münâzara olup soru cevap gibi yöntemlerden yararlanılarak din, mantık ve felsefeye dair konuların tartışıldığı öğretici bilimsel metinlerdir. Cedel de denilen ilmî münâzara belli kuralları olan bir fikri tartışmadır. İkincisi edebî münâzara türüdür. Farklı varlık veya kavramların temsil ettikleri görüşün üstünlüğünü kanıtlamak amacıyla tartışmalarını dile getiren manzum ve mensur eserlerdir. Bu yazıda ilmî münâzaradan ziyade edebî eserlerdeki temsili kahramanların münâzaraları üzerinde durulacaktır.
Edebî anlamda tartışma türü olarak münâzaranın ortaya çıkışı, Araplarda cahiliye dönemine kadar uzanır.
“Muhâvere, müfâhere ve münâfere türündeki cahiliye münâzaralarının karakteristik özelliği çoğunlukla hakemlerin huzurunda cereyan etmesi ve secilerle örülmüş etkileyici bir edebî dilin kullanılmasıdır. İslâmî dönemde tamamen edebî bir tür niteliği taşıyan ve bir müellif tarafından gece ile gündüz, kılıç ile kalem gibi iki zıt veya farklı unsurun konuşturulması, kendi erdem ve üstünlüklerinin dile getirilmesi ve karşı tarafın delillerini çürüterek galip gelinmesi şeklinde gerçekleşen münâzara çeşitleri de ortaya çıkmıştır. Bu türde çok defa hayali bir kimse yahut zamanın halifesi, valisi veya âlimlerinden biri hakem olarak gösterilmiş, birçoğunda olay mahkemede geçiyormuş gibi kurgulanmıştır.” (Durmuş, 2006: 578)
“Arap edebiyatında cansız varlıklar arasındaki tartışmaların ilk örneği IX. yüzyılda el-Abbas bin. A‘naf ın şiirinde “kalb ile göz” şairin âşık olması konusunda birbirlerini suçlarlar. X. yüzyılda el-Anavbari’nin münâzarasında ise “gül ile nergis” arasındaki tartışmanın doğrudan anlatımla aktarılması dikkat çeker.” (Aça, Gökalp, Kocakaplan, 2009 : 370)
Arap edebiyatında sırf kılıç kalem münâzarasını konu alan bir eser, İbn Nübâte El-Mısrî’nin El-Müfâhere beyne ’s-seyf ve ’l-kalem ’idir.
“Fars edebiyatında türün ilk temsilcilerinden Esedî-i Tûsî'nin XI. yüzyılda kaleme aldığı Kasâid-i Münâzara adlı eserinde yer alan beş münâzara; “yer-gök, ateşperest-Müslüman, mızrak-yay, gece-gündüz ve Arap-Acem” arasında geçen tartışmalara dayanır. Ayrıca Kelile ve Dimne gibi temsilî hikâyelere yer veren eserlerin de münâzaralara kaynaklık ettiği söylenebilir. Başlangıçta daha çok mensur veya kaside şeklindeki münâzaralardan başka XI. yüzyıldan sonra kaleme alınan mesnevilerde de münâzaralara yer verildiği görülür. Fars edebiyatında bu tarzın mesnevi içinde bir bölüm olarak ilk kez kullanan Hüsrev ü Şîrîn ve İskender-nâme şairi Nizâmî’dir. Daha sonra Attâr’ın İlâhî-nâme ’sinde, Mevlânâ'nın Mesnevi 'sinde bölüm niteliğinde münâzaralara rastlanır. Mesûd-ı Kummî’nin Münâzara-i Tig ü Kalem ve Münâzara-i Şems ü Kamer, Fettâhî’nin Esrârî vü Humârî adlı eserleri ise müstakil mesnevi şeklinde yazılan münâzaralardan bazılarıdır.” (Aça vd., 2009: 370)
Fars edebiyatında da sırf kılıç kalem tartışmasını konu alan müstakil eserler yazılmıştır. Bunlardan biri Mesud-ı Kummî’nin Münâzara-i Tîg u Kalem adlı mesnevisidir.
“Hem divan edebiyatında ve hem de halk edebiyatında örnekleri bulunan münâzaralar, müstakil olarak yazılabileceği gibi, mesnevilerin ve manzum-mensur olarak yazılmış eserlerin bir bölümü olarak ve dedim-dedi seklinde karşılıklı konuşmaya dayalı kısa şiirler seklinde de karşımıza çıkmaktadırlar.” (Erdoğan, 2009 : 361)
İsmail Ünver, bir makalesinde Fuzuli’nin Beng ü Bade mesnevisi için, “eski Türk edebiyatında "münâzara" türünde yazılmış mesnevilerin başarılı örneklerindendir” der. Aynı makalede Fuzuli’ye aidiyeti kesin olmayan Sohbetü’l-esmâr adlı mesnevinin de konusunun meyveler arasında geçen bir “münazara” olduğu belirtilmektedir.
I. TÜRK EDEBİYATINDA KILIÇ KALEM MÜNÂZARALARI Münâzaranın ilk örneklerinden biri XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un Dîvânü lügati't-Türk adlı eserindeki “yaz ile kış” arasındaki tartışmayı dile getiren dörtlüklerdir. Adı geçen eserinin muhtelif yerlerinde yaz-kış konulu 35 dörtlük bulunmasına dikkat çeken araştırmacılar, Arap ve İran edebiyatlarındaki manzum münâzara örneklerinin ilk kaynağının Türk halk edebiyatının tesiriyle oluştuğunu ileri sürmektedirler. (bk. Köksal, 2006: 580)
“Osmanlı coğrafyasında ise manzum ve mensur örnekleri bulunan münâzaralar, Fars edebiyatına paralel olarak manzume, bir mesnevi ya da eserin bölümü ve müstakil mesnevi şeklindedir. Ahmedî’nin (XIV. yy) İskender-nâme, Halîlî'nin (XV. yy) Fürkat-nâme, Taci-zâde Cafer Çelebi'nin (XV. yy) Heves-nâme, Sevâdî'nin Hâl-nâme, Yenipazarlı Vâlî'nin (XVI. yy) Hüsn ü Dil adlı eserleri bölüm ya da bir anlatım tarzı olarak münâzaradan yararlanılan mesneviler arasında sıralanabilir.1 Bununla birlikte divan şairleri, kasidelerinin nesîb ve teşbîb bölümlerinde münâzarayı bir anlatım tarzı olarak kullanmışlardır. Özellikle bahariye ve şitâiye türü kasidelerde kış ve bahar arasındaki zıtlık padişah, komutan gibi temsilî anlatımlarla okuyucuya aktarılmıştır. Fuzulî'nin “Tevhid’ kasidesi, Hayâlî'nin "Münâzara-i Mihr ü Mâh" başlıklı gazeli gibi farklı tür ve şekillerle yazılmış manzumelerde de bir anlatım tarzı olarak münâzaradan yararlanıldığı söylenebilir.” (Aça vd. 2009: 371)
Türk edebiyatında “kılıç-kalem” sembolleriyle cansız varlıklara kişilik özellikleri verildiği, hatta onların konuşturulduğu örneklere de rastlamaktayız. Kaynaklarda bu konuda altı eser adı geçmektedir. Yedincisi bizim tespit ettiğimiz Ahmedî’nin bir kasidesinin nesib bölümündeki kılıç kalem mübâhesesidir. Türk edebiyatında kılıç-kalem münâzaralarında Arapça ve Farsça başlıklar kullanılmıştır. Başlıklarında Seyf ü Kalem, Tîg u Kalem gibi terkipler bulunan bu eserler, yazarları ve yazıldığı dönemleriyle birlikte şunlardır:
❖ Kasîde fî Bahsi’s-Seyf ve’l-Kalem, Ahmedî (14.yy): Manzume, bu yazıda şekil ve içerik açısından incelenmiş, özellikle kasidenin nesib bölümü üzerinde durulmuştur.
❖ Münâzara-i Seyf ü Kalem, Firdevsi-i Tavîl (15.yy): 890/1485 yılında Balıkesir’de yazılmıştır. Kılıç ve kalemin karşılaştırmasını yapan manzum eser 54 yapraktır. Eserin bir nüshası Millet Kütüphanesi’ndedir. (Ali Emiri, manzum, nr.576). Eser üzerinde Ahmet Tanyıldız tarafından yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
❖ Seyf ü Kalem, Kınalızade Ali Çelebi (16. yy/Tezkire yazarı Hasan Çelebi’nin babası. Ahlâk-ı Alâî ve Tezkiretü’ş-şuara önemli eserleridir.
❖ Münâzara-i Seyf ü Kalem, Naimi-i Hamidi (Levend’e göre Latifi) (16. yy): Eser hakkında fazla bilgi yok.
❖ Münâzara-i Tig u Kalem, Şabanzade Mehmed Efendi (17.yy): Eser üzerinde F. Hakan Özkan tarafından Yüksek Lisans tezi hazırlanmıştır. “Kitâbu Fî Münâzarai Beyne ’s-Seyf Ve ’l-Kalem Ve ’l-Hadîd” başlığı ile eserin 80 varaklık bir nüshası Medine-i Münevvere Şeyhülislâm Arif Hikmet Kütüphanesi nr. 238’dedir.
❖ Muhaverat-ı Seyf ü Kalem, Cemal (19. yy) : Eser hakkında bilgi yok.
❖ Seyf ü Kalem, Mehmed Bahaeddin (20.yy): Eser üzerinde Bilal Çakıcı ilmi çalışma yapmış, bir makale ile eseri tanıtmıştır.
Müellif (M. Bahaeddin) eserinde, seyf (kılıç) ve kalemi aklın hakemliğinde tartıştırmıştır. Çakıcı, çalışmasında eseri şöyle özetlemektedir:
Münâzara-i seyf bâ-kalem Akl der-în münâzara bûd hakem
Mensur olarak kaleme alınan münâzarada, “seyf’ ve “kalem”in altışar kez; “akıl”ın ise bir kez söz aldıkları görülmektedir. Mensur olan her konuşmanın sonunda beşer beyitlik manzum bir bölüm bulunmaktadır. Manzum bölümlerin, mensur bölümlerde anlatılmak isteneni pekiştirmeye yönelik olarak kaleme alındığı görülmektedir. Münâzarada eserin başında ve sonunda olmak üzere, üç yerde anlatıcıya ait, metin dışı sayılabilecek açıklamalar vardır. Bunun dışındaki bölümlerde, kahramanlar bizzat kendileri konuşmaktadır.
Eserde, “ilm-i münâzara, ilm-i âdâb u münâzara; muhâcât, mücâdele, muhâverât, mugâlata, mu’âraza, mübâhesât, muhâkeme; cerbeze, mu’allil, hucec, beyyinât, delîl, delâ’il, gâsıb, hakem” gibi münâzara ilmine ait terimlere yer verilmektedir. Eser boyunca seyf (kılıç) ile kalem arasında devam eden münâzarada taraflar yenişememeleri üzerine aklın hakemliğine müracaat ederler. Akıl her ikisinin ayrı ayrı faziletlerinden bahseder, aralarındaki farklılıkları değil benzerlikleri belirtir ve tarafları barıştırarak münâzarayı bitirir. (Çakıcı, 2010)
Firdevsi-i Tavîl (15.yy), Şabanzade Mehmed Efendi (17.yy) ve Mehmed Bahaeddin (20.yy) tarafından yazılmış olan müstakil münâzaralar, türün Türk edebiyatındaki kılıç-kalem konulu en önemli örneklerdir.
II. AHMEDİ’NİN “KILIÇ KALEM” KONULU KASİDESİ
Ahmedî (1334?-1413), 14. yüzyıl Dîvân edebiyatı şairidir. Nerede ve ne zaman doğduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kaynaklar, şairin 1413 yılında Amasya'da vefat ettiğini haber vermektedir. Asıl adı Tacüddin olup, şiirlerinde Ahmedî mahlasını kullanmış ve bununla şöhret bulmuştur. İlk tahsiline Anadolu'da başlamış, daha sonra Mısır'a gitmiş, orada birçok alimden ders okumuştur. Molla Fenari gibi meşhur alimlerle arkadaşlık yapmıştır.
Anadolu’ya dönerek Kütahya’ya yerleşmiştir. Germiyanoğlu beyi Süleyman şaha hocalık ve müşavirlik yapmıştır. Ankara savaşından sonra Timur Han’ın da yakın ilgisini görmüştür. Yıldırım Bâyezid’in oğlu Şehzade Emir Süleyman’ın emri ile yazmış olduğu tıp ilmine ait Tervihü’l-Ervah’ı Çelebi Sultan Mehmed Han’a takdim etmiştir.
Kaynakların verdiği bilgiye göre Ahmedî, on dördüncü yüzyıl divan şiirinin kurucusu ve üstadı sayılmaktadır. Gerek divan şiiri ve gerek mesnevi tarzında eserler veren şair, dini konuları işlediği şiirlerinde, tasavvufa geniş yer vermiştir. Bir diğer özelliği de, çok eser vermiş olmasıdır. Her konudaki çok geniş kültürü, Ahmedî’ye hem kolay hem de çok yazma imkânı vermiştir.
Verdiği çok sayıdaki eserinden Ahmedî’nin velûd bir şair olduğu anlaşılmaktadır. Önemli eserleri şunlardır:
İskender-name: Bu eserini, Germiyan beyi Emir Süleyman'a sunmak için kaleme aldı. Bu eserde Makedonyalı İskender’e ait tarihi rivayetleri toplamıştır. Ancak Emir Süleyman’ın ölümü üzerine, Yıldırım Bâyezid’in oğullarından şehzâde Süleyman Çelebi'ye takdim etmiş ve eserin sonuna, Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-ı Al-i Osmân adlı manzum bir Osmanlı Tarihi yazmıştır. Bu kısmın tarih ve edebiyat bakımından büyük bir önemi vardır (ilk manzum Osmanlı Tarihi olması bakımından). Her iki kısımla birlikte eser yaklaşık 10.000 beyittir.
Cemşid ü Hurşid: İran şairi Selman Saveci’nin aynı isimli eseri temel alınarak yazılmıştır. 5000 beyte varan eser, telif hükmündedir. Çünkü Selman'ın eseri 2700 beyit tutarındadır.
Tervîhü’l-Ervâh: Tıp’la ilgili 4000 beyitlik bir mesnevidir.
Divan: Şair, şiirindeki asıl sanatını bu eseri ile göstermiştir. Yedi nüshası bulunan eser, dokuz bin beyit civarındadır. Mirkatü’l-Edeb (Far), Mîzânü’l-Edeb (Far), Mi'yârü’l-Edeb (Far) Bedâyiü’s-sihr fi-sanayi‘i’ş-şi‘r (Far) adlı eserleri de vardır.
III. KASÎDE FÎ-BAHSİ’S-SEYF VE’L-KALEM
A. İNCELEME
1. Şekil (Vezin, Kafiye) İncelemesi
Kaside, aruz vezninin Remel bahrinde “Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün” kalıbıyla yazılmıştır. Şiirde redif yoktur. Mısra sonlarındaki âhengi sağlayan kafiyenin türü mürekkep2, çeşidi ise kafiye-i mürdefe3dir.
Kasidenin kafiyeli kelimeleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:
âşikâr |
iktidâr |
yesâr |
zinhar |
kâr-zâr |
iddihâr |
ebr-i bahâr |
çeşmesâr |
Kirdgâr |
ideler i‘tibâr |
Kandehâr |
gül-‘izâr |
Perverdgâr |
yâdigâr |
hûşyâr |
târ |
üstüvâr |
bî-şümâr |
enâr |
nigâr |
süvâr |
hoş-midhat- |
güzâr |
sûret-nigâr |
nigâr |
güzâr |
hıyâr |
bihâr |
iftihâr |
resm-i kâr |
çenâr |
hâr |
karâr |
nâmdâr |
i * ‘âr |
bâr |
pâydâr |
rûz-bâr |
irdi’ztırâr |
hâr |
şikâr |
Dâvud-vâr |
gîr ü dâr |
buhâr |
iştihâr |
Zülfekâr |
sebzezâr |
şâh-vâr |
şâhvâr |
şehriyâr |
nehâr |
müste‘âr |
diyâr |
gîr ü dâr |
mürgzâr |
ihtiyâr |
ihtiyâr |
câr |
müşg-bâr |
intişâr |
hoş-güvâr |
medâr |
huşk-hâr |
simâr |
şi‘âr |
cândâr |
nisâr |
gubar |
nâr |
perrende-mâr |
humâr |
yâr |
eşk-bâr |
şermesâr |
‘arâr |
tâc-dâr |
ihtiyâr |
İsfendiyâr | ||
bî-iftikâr |
kâr-zâr | ||
râz-dâr |
nüh-hisâr | ||
zâr u nizâr |
şerâr |
Söz konusu varlıklar kendilerinin ya da temsil ettikleri fikrin olumlu yönlerini dile getirirken, karşı tarafın olumsuz yönlerini sıralayarak muhatabın düşüncesini zayıflatmaya gayret eder. Temsilî mahiyetteki münâzaralar kıssadan hisse mantığı üzerine kurulduğu için anlatılanlardan dersler çıkarılır. Bu dersler genellikle ahlâkî ve tasavvufî temeller üzerine oturur”. (Aça vd. 2009: 371)
Bu şiirde kahramanlar karşıt görüşleri temsil eden Kılıç ve Kalem’dir. Kahramanlar arasındaki fikir çatışmaları diyaloglar vasıtasıyla anlatılmıştır. Müracaalardaki dedim-dedi tarzındaki söyleyiş bu şiirde sadece “-Pes kılıç didi, -Pes kalem didi ” şeklinde sadece “dedi” tarzında dile getirilmiştir. Şiirde kalem sahip olduğu olumlu vasıfları anlatırken kılıcın olumsuz özelliklerini teşhis ve intak yoluyla söylemektedir. Buna karşılık aynı metotla kılıç da kendi üstün özelliklerini ve kalemin zayıf yanlarını karşılıklı konuşma tekniğiyle anlatmaktadır.
“Münâzaralar genellikle diyalog temeline dayalı eserlerdir. Diğer bir deyişle şairler belirli bir kurgu dâhilinde tarafları tartıştırır. Doğal olarak bu kurgu çoğunlukla basit hikâyelerden oluşur. Anlatılan her şey söz konusu münâzaraya ortam sağlamak için kurgulanır. Ancak, Lâmî'nin münâzarasında olduğu gibi nisbeten daha girift kurguya sahip müstakil münâzaralar da bulunmaktadır. Münâzaralar bir yönüyle tasvirî özelliğe sahiptir. Zira münâzarlarda yer alan diyaloglar vasıtasıyla eşya, grup, varlık, kavram vb. unsurların çeşitli özellikleri tasvir edilir. Münâzaralarda tartışmada delil getirme, şahit gösterme, açıklama, karşı tarafın fikrini çürütme, örnek verme, ayet, hadis, kıssa, atasözü söyleme vb. yöntemlerden yararlanılmıştır” (Aça vd. 2009: 372)
Kasidenin nesib bölümünde, tartışmada üstünlük sağlamak isteyen tarafların kendi vasıflarını anlatırken önce ayetlerden delil getirme yoluna başvurmaları dikkat çekicidir. Şair kılıcın vasfı için, Kuran’daki Hadid suresinden “ve enzelne’l-hadîde fîhi be’sün şedîdün ve menâfi‘u li’n-nâsi...” ayetinin “enzelne ’l-hadîd” kısmını, kalem vasfında ise Kalem suresindeki “Nûn velkalemi vemâ yestürûn” ayetinin “nûn ve ’l-kalem” kısmını iktibas yoluyla şiire almıştır.
Kasidenin konumuzla ilgili kısmı olan nesib bölümü, nesre çevrilerek verilecektir:
Nesib
Çün demür ile kamışı kıldı Hâlik âşikâr İtdi kılıçla kalem çoh dürlü bahs ü kâr-zâr
(Nasılki, demir ile kamışı yaratıcı açığa çıkardı. Kalemle kılıç arasında tartışma ve savaş, yani türlü münâzaralar yaşandı)
Didi ol fahr idiben kılıç kim evvel benüm Kim benümçün didi “enzelne ’l-hadîd” ol Kirdgâr (Kılıç övünerek dedi: Yaratıcı, Kuran’da benim için “enzelne’l-hadîd’ buyurduğu için ben daha üstünüm. “ve enzelne ’l-hadîde fîhi be ’sün şedîdün ve menâfi ‘u li ’n-nâsi...” ayetinden iktibas edilmiştir. Meali: “Biz demiri de indirdik
ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır” (Kur’an, Hadîd, 57/25)
Eyle virdi pes cevâbını anuñ anda kalem Kim benüm için didi “nûn ve ’l-kalem ” Perverdgâr (Sonra kalem bu hususta şu cevabı verdi: Benim için de Allah, Kur’an’da “nûn ve’l-kalem” buyurdu. “Nûn velkalemi vemâ yestürûn” ayetinden iktibas edilmiştir. Meali: “Nûn. Kalem ve kalem tutanların yazdıklarına and olsun ki...” Kur’an, el-Kalem, 68/1. Nun, huruf-ı mukattaa’dan olup manasını ancak Allah bilir. Müfessirler bunun manasını “hokka” kelimesiyle açıklamışlardır. Dolayısıyla buradaki kasem hokka ile kaleme ve kalemle yazılanlara yapılmış olmaktadır. Bundan önceki Alak suresinde okumaya dikkat çekilmesi bu manayı kuvvetlendirmektedir)
Kılıç aña didi kim benüm iledür pâs-ı mülk Pes kalem didi benem dîn kasrın iden üstüvâr (Kılıç dedi: Vatanın güvenliğini ben sağlarım. Kalem dedi: Din sarayını, köşkünü sağlamlaştıran da benim)
Didi kılıç kim benem sultânlara olan kemer Pes kalem didi benem sultânlar elinde süvâr (Kılıç dedi: Sultanlara kemer olan benim. Kalem dedi: Sultanlar eline süvar (binici) olan benim)
Didi kılıç yir yüzi benümle olur lâle-gûn Pes kalem didi benümledür cihân nakş-ı nigâr (Kılıç dedi: Yeryüzü benimle lale renkli olur. Kalem dedi: Benimle cihan resmedilmiş, süslenmiştir)
Pes kılıç didi benümle ider ekâbir ululıh Pes kalem didi benümle ider efâzıl iftihâr (Kılıç dedi: büyükler şöhretini benimle gösterir. Kalem dedi: faziletliler de benimle iftihar eder)
Pes kılıç didi benem kim feth iderem memleket Pes kalem didi memâlik benden almışdur karâr (Kılıç dedi: Memleketler fetheden benim. Kalem dedi: Memleketlerin sabit durması, devamlılığı benim sayemdedir)
Pes kılıç didi benem küffârı iden pâymâl Pes kalem didi benem mü ’minleri iden pâydâr (Kılıç dedi: Kafirleri çiğneyen, yerle bir eden, yok eden benim. Kalem dedi: Müminleri sağlam ebedi, ber-karar eden benim)
Pes kılıç didi ki şehler düşmenin sayd iderem Pes kalem didi benem anları eyleyen şikâr (Kılıç dedi ki: Padişah düşmanlarını ben avlarım. Kalem dedi: Ben de onları ganimet olarak taksim ederim)
Pes kılıç didi ki şehler benden ister kuvveti Pes kalem didi ki anlar benden ister iştihâr
(Kılıç dedi ki: Sultanlar benden kuvvet ister. Kalem dedi ki: Onlar benimle şöhret sahibi olur, nam kazanır)
Pes kılıç didi benüm çoh gevherüm vardur ‘ıyan Pes kalem didi benem hoz bahr-i dürr-i şâhvâr (Kılıç dedi: Benim çok cevherim vardır, meydandadır. Kalem dedi: Ben dürr-i şahvâr (Sultana layık inci) deniziyim.
Pes kılıç didi ki sîm ü zer dürür baña makâm Pes kalem didi ki bahr-i müşgdür baña diyâr (Kılıç dedi ki: Gümüş ve altın bana makamdır. Kalem dedi ki: Misk denizi benim vatanımdır)
Pes kılıç didi benem şerri cihândan def iden Pes kalem didi benem her hayrı iden ihtiyâr (Kılıç dedi: Şerri cihandan def eden benim. Kalem dedi: Her hayrı ihtiyar eden, dileyen de benim)
Pes kılıç didi ki aslum oldı hâk-i hoş-nihâd Pes kalem didi ki benüm aslum âb-ı hoş-güvâr (Kılıç dedi ki: Benim aslım iyi huylu, iyi yaradılışlı topraktır. Kalem dedi: Benim aslım da lezzetli, hazmı kolay hoş içimli sudur)
Pes kılıç didi ki benem Hızr bigi sebze-pûş Pes kalem didi suya saldum benüm idi ol şi ‘âr (Kılıç dedi ki: Ben Hızır gibi yeşil elbiseliyim. Kalem dedi: O özellik benimdi, onu suya saldım)
Pes kılıç didi ki od içinde ben sabr iderem Pes kalem didi katısın nûr idemez seni nâr (Kılıç dedi ki: Ben çok sabırlıyım, ateş içinde beklerim. Kalem dedi: Sert mizaçlı olduğun için -ne kadar da sabırla ateş içinde dursan- ateş seni nura çeviremez)
Pes kılıç didi ki handânam degülem türş-rûy Pes kalem didi ki mü ’min gerek ola eşk-bâr (Kılıç dedi ki: Güleç yüzlüyüm, ekşi suratlı değilim. Kalem dedi ki: Mümin, gözyaşı dökücü olmalı)
Pes kılıç didi dürüstem ben şikestüm hîç yoh Pes kalem didi şikest itdüm Hak içün ihtiyâr (Kılıç dedi: Ben dürüstüm, hiç kırılmışlığım mağlubiyetim yok. Kalem dedi: Doğruluğu tesis etmek için kırılmayı kabul ettim)
Pes kılıç didi bilürsin beni gökden inmişem Pes kalem didi ki levhi yazmışam bî-iftikâr (Kılıç dedi: Benim gökten indiğimi herkes bilir, sen de bilirsin. Kalem dedi ki: Alçakgönüllülükle levhi (levh-i mahfuz, ilm-i ilahi) yazan benim)
Pes kılıç didi ki kamu ‘aybı ben def iderem Pes kalem didi benem hoz kamu gayba râz-dâr (Kılıç dedi ki: Bütün ayıpları ortadan kaldıran benim. Kalem dedi: Bütün gayb sırlarını ortaya koyan benim)
Pes kılıç didi benem hoş-reng ü gâyet ten-dürüst Pes kalem didi itdi beni havf-ı Hak zâr u nizâr (Kılıç dedi: Güzel renk ve düzgün fizik bendedir. Kalem dedi: İniltim ve zayıflığım Allah korkusundandır)
Pes kılıç didi ki hükmün ‘âleme olmışdur revân Pes kalem didi ki var bende dahı bu iktidâr (Kılıç dedi ki: Benim hükmüm alemde caridir. Kalem dedi ki: Bende de bu güç var)
Pes kılıç didi ki illerden ben aluram harâc Pes kalem didi kamusın ben iderem iddihâr (Kılıç dedi: Yabancılardan (gayr-ı müslimler) vergi alan benim. Kalem dedi: Hepsinin kaydını ben tutarım. )
Pes kılıç didi cihânda olmışam ben mu‘teber Pes kalem didi cihâna neyn ’ideler i ‘tibâr (Kılıç dedi: Ben cihanda itibar sahibi olmuşum. Kalem dedi: Cihanın neyine güvenilir ki sana itibar edile)
Pes kılıç didi ki Rüstem ’den virürem ben nişân Pes kalem didi ki uş İdrîs ’den ben yâdigâr (Kılıç dedi ki: Yiğitlikte ünlü İran savaşçısı Rüstem benimle nam salmıştır. Güç bendedir. Kalem dedi ki: Ben İdris peygamberden yadigârım)
İdris Aleyhisselâm, kalemle ilk kez yazı yazan, ilk kez yıldızlar ve hesap ilmini öğrenen gizli ilimler dahil kendisine bütün ilimler öğretilen bir peygamberdir. (Köksal, 2004: 79)
Pes kılıç didi şecâ‘at bende vardur bî-hisâb Pes kalem didi belâgat bende vardur bî-şümâr (Kılıç dedi: Sayısız kahramanlık bende vardır. Kalem dedi: Sayısız belagat bende vardır)
Pes kılıç didi benem sultânlara hidmet-güzîn Pes kalem didi benem anlara hoş-midhat-güzâr (Kılıç dedi: Sultanların işini gören benim. Kalem dedi: Onlara hoş medhiyeler düzen de benim)
Pes kılıç didi ki şâha ben kulam beste-kemer Pes kalem didi ki baña dahı budur resm-i kâr (Kılıç dedi: Ben daima padişaha köleyim, onun emrindeyim. Kalem dedi: Benim işim dahi bundan başka bir şey değildir)
“Münâzaralarda karşı tarafı tezyif edip kendini yüceltme temeline dayanan tartışmalar, bir hakemin araya girmesiyle son bulur. Ancak, her zaman taraflardan biri galip gelmeyebilir. Münâzaraların sonucu uzlaşma olabileceği gibi bir tarafın üstünlüğünün ilanı şeklinde de son bulabilir. Tahkiyevî nitelikleri olan münâzaralarda olay örgüsü hâdiseleri belirli bir neticeye götürdüğü için bazen hakeme gerek kalmayabilir. Münâzaranın tarafları her zaman iki kişi, varlıktan ibaret olmaz. Bazen bir nesne, kavram ya da kişiye karşı onlarca rakip bile çıkabilir. Bazı örneklerde insanlarla insan dışı varlıklar arasında da münâzaralara yer verilir. Örneğin Heves-nâme ’de kimin daha fazla âşık olduğu iddiasına dayalı münâzarada şair tabiattaki tüm çiçeklerle münâzaraya girişir” (Aça vd. 2009: 371)
Ahmedi’nin kasidesinde taraflar birbirine galip gelemediği için şair, girizgâh bölümünde kılıç ve kalemi padişahın huzuruna çıkarır. Tartışmaya tanıklık eden devrin hükümdarı hakem tayin edilmiştir.
Pes kılıç didi dur imdi varalum şeh katına Tâ ki da‘vimüzi bizüm kat ‘ ide ol nâmdâr
Başı üstine kalem kılıç ile oldı revân Girdiler ol pâdişahun hazretine rûz-bâr
Kasidenin konumuzla ilgili olan “Medhiyye ” bölümünün “Padişahın Cevabı ” kısmını nesre çevirerek aktarmak istiyorum:
Ol gelenlere cevâb ol resme virdi pâdişâh Çün benümsiz aranuzda olmasun bu gîr ü dâr (Padişah gelenlere şöyle cevap verdi: Aranızda kavga savaş olmasın. Çünkü ikiniz de bana aitsiniz)
Bah ki nicesi müverred-levn oldı gülsitân Gör ki nicesi mutavves-reng oldı sebzezâr (Gül bahçesinin nasıl güzelleştiğine bakın, bahçelerde açan rengârenk çiçekleri çimenliğin nasıl tavus rengine büründüğünü görün)
Pâdişâhâ husrevâ şâhâ bahâr irişiben Uş berâber oldı ‘adlün bigi leyl ile nehâr (Ey padişahımız, bahar olunca her şey güzelleşti gece ve gündüz adline mazhar olup -adlin gibi- eşitlendi) Bahar mevsiminde, mart aylarındaki gece ve gündüzün eşitlendiğine işaret edilmektedir.
Gel varalum mürgzâr içinde hoş işidelüm Kim nicesi nâle ider ‘ışk elinden mürgzâr (Gel beraber kuşluğa gidelim. Oradaki kuşların aşk ile çıkardığı sesleri dinleyelim, ne söylediklerini anlamaya çalışalım)
Nûş kıl zerrîn-kadehden bâde-i yâkût-reng Kim bulıtdur gevher-efşân u hevâdur müşg-bâr (Bulut inci dağıtmakta, hava güzel kokular saçmaktadır, -bu manzara karşısında- altın kadehten kırmızı renkli şarabı yudumla)
Gör ki nice lâle vü nergis getürmiş hâreler Bah ki nice tâze vü ter gül bitürmiş huşk-hâr (Lale ve nergisin getirdiği menevişli kumaşlara dikkat et. Sert (kuru) topraktan biten ter ü taze güllere bak)
Taga bah kim yoluna nice zümürrüdler saçar Bâgı gör kim ayaguna sîm ü zer ider nisâr (Yoluna nice zümrütler yeşillikler saçan dağa bak. Ayağına altın ve gümüş dağıtan (saçan) bahçeyi gör)
Lâle almışdur eline sebzede zerrîn-kadeh Çünki gördi nergisün başında var durur humâr (Nergisin başındaki sarhoşluğu gören lale, hemen yeşillikte eline altın kadeh almıştır)
Kanda bahsan lâle vü nesrîn durur hem nesteren Kanda varsan nergis-i ra‘nâ durur serv ü ‘arâr (Nereye baksan güzellikleri görürsün. Lale ve nesrin, nesterenle (yaban gülü) birlikte. Rengârenk nergisler servi ve ardıç ağaçlarının altında güzelliklerini sergilemektedir.
Rûzigârun hâlini çün kim bilürsin nicedür Komagıl câmı elünden bir dem iy Cem zinhar (Zamanın halini anlatmama gerek yok, onu sen iyi bilirsin. Ey Cem bu güzellik karşısında bir dem kadehi elinden bırakma)
Tûtîye benzer reyâhîn çevresinde servbün Kevsere benzer riyâzun arasında çeşmesâr (Reyhanlar çevresindeki servilik papağana benzemekte, adeta konuşmakta. Bahçe aralarından akan sular da cennetteki Kevser ırmağına benzemektedir) Mevsim-i güldür şehâ gülzâr içinde oturup Câm-ı gülgûn virsün elüne nigâr-ı gül- ‘izâr (Ey padişahım, gül mevsimidir. Gül bahçesinde oturup gül yanaklı sevgilinin sunacağı gül renkli kadehin tadını çıkar.
Bülbülün sâzın işidüp bir gazel geldi dile Kim diler Zühre ki ide çengine destânın târ (Bülbülün sesini işitince dile bir gazel geldi. Zühre bu destan (gazel) ile sazına düzen vermek ister.
Bu kısımdan sonra kasidenin içine bir gazel konularak üslup renklendirilmiştir. Mübalağayla sevgilisini (devrin padişahı) metheden şair, onun yolunda gözünü kırpmadan canını bile feda edebileceğini ileri sürmektedir. Şair hakikatleri dile getirirken mecaz, kinaye ve istiare yoluyla manayı süslemiştir. Kaside fahriyeden sonra padişaha dua ile sona ermektedir.
B. METİN 4 Nesib
Çün demür ile kamışı kıldı Hâlik âşikâr İtdi kılıçla kalem çoh dürlü bahs ü kâr-zâr
Didi ol fahr idiben kılıç kim evvel benüm Kim benümçün didi “enzelne ’l-hadîd’ ol Kirdgâr
Eyle virdi pes cevâbını anuñ anda kalem
Kim benüm için didi “nûn ve ’l-kalem” Perverdgâr
Kılıç aña didi kim benüm iledür pâs-ı mülk Pes kalem didi benem dîn kasrın iden üstüvâr
Didi kılıç kim benem sultânlara olan kemer Pes kalem didi benem sultânlar elinde süvâr
Didi kılıç yir yüzi benümle olur lâle-gûn Pes kalem didi benümledür cihân nakş-ı nigâr
Pes kılıç didi benümle ider ekâbir ululıh Pes kalem didi benümle ider efâzıl iftihâr
Pes kılıç didi benem kim feth iderem memleket Pes kalem didi memâlik benden almışdur karâr
Pes kılıç didi benem küffârı iden pâymâl Pes kalem didi benem mü’minleri iden pâydâr
Pes kılıç didi ki şehler düşmenin sayd iderem Pes kalem didi benem anları eyleyen şikâr
Pes kılıç didi ki şehler benden ister kuvveti Pes kalem didi ki anlar benden ister iştihâr
Pes kılıç didi benüm çoh gevherüm vardur ‘ıyan Pes kalem didi benem hoz bahr-i dürr-i şâhvâr
Pes kılıç didi ki sîm ü zer-dürür baña makâm Pes kalem didi ki bahr-i müşgdür baña diyâr
Pes kılıç didi benem şerri cihândan def‘ iden Pes kalem didi benem her hayrı iden ihtiyâr
Pes kılıç didi ki aslum oldı hâk-i hoş-nihâd Pes kalem didi ki benüm aslum âb-ı hoş-güvâr
Pes kılıç didi ki benem Hızr bigi sebze-pûş Pes kalem didi suya saldum benümdi ol şi‘âr
Pes kılıç didi ki od içinde ben sabr iderem Pes kalem didi katısın nûr idemez seni nâr
Pes kılıç didi ki handânam degülem türş-rûy Pes kalem didi ki mü’min gerek ola eşk-bâr
Pes kılıç didi dürüstem ben şikestüm hîç yoh Pes kalem didi şikest itdüm Hak içün ihtiyâr
Pes kılıç didi bilürsin beni gökden inmişem Pes kalem didi ki levhi yazmışam bî-iftikâr
Pes kılıç didi ki kamu ‘aybı ben def iderem Pes kalem didi benem hoz kamu gayba râz-dâr
Pes kılıç didi benem hoş-reng ü gâyet ten-dürüst Pes kalem didi itdi beni havf-ı Hak zâr u nizâr
Pes kılıç didi ki hükmüm ‘âleme olmış revân Pes kalem didi ki var bende dahı bu iktidâr
Pes kılıç didi ki illerden ben aluram harâc Pes kalem didi kamusın ben iderem iddihâr
Pes kılıç didi cihânda olmışam ben mu‘teber Pes kalem didi cihâna neyne’deler i‘tibâr
Pes kılıç didi ki Rüstem’den virürem ben nişân Pes kalem didi ki uş İdrîs’den ben yâdigâr
Pes kılıç didi şecâ‘at bende vardur bî-hisâb Pes kalem didi belâgat bende vardur bî-şümâr
Pes kılıç didi benem sultânlara hidmet-güzîn Pes kalem didi benem anlara hoş-midhat-güzâr
Pes kılıç didi ki şâha ben kulam beste-kemer Pes kalem didi ki baña dahı budur resm-i kâr
Pes kılıç didi dur imdi varalum şeh katına Tâ ki da‘vimüzi bizüm kat‘ ide ol nâmdâr
Başı üstine kalem kılıç ile oldı revân Girdiler ol pâdişâhuñ hazretine rûz-bâr
Mîr Sülmân-ı Süleymân-kadr ü Âsaf-ma‘rifet Kim halîfe itdi cihâna Hak anı Dâvud-vâr
Ol ‘Ömer-‘adl ü Hasen-hulk u ‘Alî-dildür velî Kılıcından künd-dendân olur anuñ Zülfekâr
Şehr ü kişver olalı yüzbiñ göz ile bu felek Aña hem-tâ görmedi görmeyiser bir şehriyâr
Kanı İskender ki göreydi nic’olur dünyede
Harb ü darb ü bezm ü rezm ü hazm ü ‘azm ü gîr ü dâr
Memleketde pâdişâh olalı ‘adlinden anuñ Gürg ü mîş ü bâz ü kâz oldı biribirine câr
N’ola oldıyısa bu ‘âlem müsahhar hükmine Çün anu^ün yaradıldı encüm ü çarh ü medâr
Atmuñ na‘lin felek anu^ün itmiş tâc-ı ser Tarf-ı zer bagladı cevzâ aña oldı cândâr
Kılıcıdur berk-i rahşân atlannuñ üni ra‘d Süñüsidür ejdehâ vü ohıdur perrende-mâr
Dökdi gerdûn ayagına varını tâ mihr ü mâh Hidmeti hakkından anuñ girü kaldı şermesâr
Bu meliklerden kim ide ceng anuñla ki anuñ Bir kolına turamaz biñ Rüstem ü İsfendiyâr
Kâr-zâr idem diyen bu pâdişâhuñ ‘ahd ile Ne ‘aceb ger kalur ise kılıcından kâr-zâr
Şehr ü kal‘a heybetine nice döyiser anuñ Kim aña ‘âsî olursa yıhıla bu nüh-hisâr
Elleri ol bahrdur kim dürridür aña hubâb Kılıcı şol od-durur kim mergdür aña şerâr
K’anı yümn ile bulayım diyü katında kabûl Aña virmişdür yemîninden ne kim varsa yesâr
Lutfinuñ feyzini görüp bu halâyık üstine Şermesâr oldı anu^ündür döker ebr-i bahâr
Himmeti ger memleket almaga itse ârzû Az zamândan Rûm’dan feth eyleye tâ Kandehâr
Zulm yıhıldı olalı ‘adli anuñ pâsbân Fitne uyıdı olalı bahtı anuñ hûşyâr
Kahnnuñ nârını çün kim yâd ider düşmeni Katre katre yüregi kan olur eyle kim enâr
Yahmaya tamunuñ odı bir nefes kâfirleri Ger anuñ lutfı hevâsı tamuya ide güzâr
Ger kıla kahrı yili bir lahza bustâna güzer Âteşîn ola mizâcında kedûyile hıyâr
Ger bula ol şeh elinden hâsiyet ebr-i hazân Kand bitüre sögüt la‘liledür serv ü çenâr
Düşmeninüñ yavuz adı nirde kim amla İt dahı işidür ise bi’llah andan ide ‘âr
N’ola sındı bigi hasmı ider ise ıztırâb Çün şehüñ havfından eriyüp ana irdi’ztırâr
Ol gelenlere cevâb ol resme virdi pâdişâh Çün benümsiz arañuzda olmasun bu gîr ü dâr
Bah ki nicesi müverred-levn oldı gülsitân Gör ki nicesi mutavves-reng oldı sebzezâr
Pâdişâhâ husrevâ şâhâ bahâr irişiben Uş berâber oldı ‘adlüñ bigi leyl ile nehâr
Gel varalum mürgzâr içinde hoş işidelüm Kim nicesi nâle ider ‘ışk elinden mürgzâr
Nûş kıl zerrîn-kadehden bâde-i yâkût-reng Kim bulıtdur gevher-efşân u hevâdur müşg-bâr
Gör ki nice lâle vü nergis getürmiş hâreler Bah ki nice tâze vü ter gül bitürmiş huşk-hâr
Taga bah kim yoluña nice zümürrüdler saçar Bâgı gör kim ayaguña sîm ü zer ider nisâr
Lâle almışdur eline sebzede zerrîn-kadeh Çünki gördi nergisüñ başında var-durur humâr
Kanda bahsañ lâle vü nesrîn-durur hem nesteren Kanda varsañ nergis-i ra‘nâ-durur serv ü ‘ar‘âr
Rûzigâı^ hâlini çün kim bilürsin nicedür Komagıl câmı elüñden bir dem iy Cem zinhar
Tûtîye beñzer reyâhîn çevresinde servbün Kevsere beñzer riyâzuñ arasında çeşmesâr
Mevsim-i güldür şehâ gülzâr içinde oturup Câm-ı gülgûn virsün elüñe nigâr-ı gül-‘izâr
Bülbülüñ sâzın işidüp bir gazel geldi dile Kim diler Zühre ki ide çengine destânın târ
Yazmadı can levhi üstine yüzüñ bigi nigâr Nakş ideli ay u günüñ şemsesin sûret-nigâr
Fürkatüñüñ hasretinden gözlerüm yaşın gören Dir ki hergiz görmedüm kim la‘l mevc ura bihâr
Gözlerümden dökilürken şem‘ bigi hûn u âb Nîşe düşmişdür ‘aceb bilsem yüregüm böyle hâr
Kasdı cân ise gözüñüñ aña Bismi’llah fidâ Ben dahı cehd iderem kim gide boynumdan bu bâr
Ayaguña tuhf ideydüm cânum olmasaydı ‘ayb Tuhfe itmek ol ‘azîze bir metâ‘ ki ola hâr
Zulmetini gicenüñ saçuñ bigi sorsañ nedür Göklere çıhdı benüm âh u dütüninden buhâr
Ahmedî vasfın ider ol leb ü dendânınuñ Anuñ içün nazm oldı la‘l ü dürr-i şâh-vâr
İşidicek söz anuñdur gûş aña dutmah gerek Ger hakîkat ger kinâyet ger mecâz ü müste‘âr
Bahtiyârâ bu söze kimse cevâb eydür ise Gözlerümde nakşı itmege anı idem ihtiyâr
Olmaya gün nûrı resmiyile hergiz münteşir K’ol ulu aduñ benüm nazmumla buldı intişâr
Niçe kim eshârda görine envâ‘-ı ziyâ Niçe kim eşcârdan dirile elvân-ı simâr
Devletünüñ bâgı şöyle tâze olsun kim aña Tâ ebed irişmeye mihnet hazânından gubâr
Encüm olsun saña yâr ü âsumân olsun mutî‘
Devlet olsun saña hem-reh baht olsun saña yâr
Ol ki sini tâcdâr eyledi kendü lutfile
Düşmenüñüñ kahrıyıla eylesün ol tâc-dâr
14. yy. Divan şairi Ahmedî, gerek en önemli mesnevisi İskender-nâme ’de gerekse yukarıda incelediğimiz kasidesinde anlatım tekniği olarak tahkiyeye başvurmuştur. Şair, münâzara tekniğiyle yazdığı bu şiirde kalem ve kılıcı tartıştırmaktadır. Eserdeki kılıç ve kalem birer simge ve semboldür. Kalem bilgeliği ve ilmin gücünü, kılıç ise cesareti ve askeri otoritenin gücünü temsil eder. Tartışmada birbirlerine üstünlük sağlayamayan bu iki unsur (kalem - kılıç) söz sahibinin yani dönemin padişahının araya girmesiyle barıştırılır, münakaşa tatlıya bağlanmış olur.
Daha öncede ifade edildiği gibi, kasideler nesib bölümünde işlenen konuya göre adlandırılır. Tevhid, münacat ve na‘t türünde dini konulu kasideler yanında medhiyye türünde farklı konuları işleyen bahariyye, şitaiyye, sûriyye, îdiyye, rahşiyye gibi kasideler de yazılmıştır. Ahmedî’nin Kasîde f Bahsi ’s-Seyf ve ’l-Kalem kasidesi medhiyye türünde bir kaside olarak nasıl adlandırılmalıdır?
Nesib bölümünde işlenen konu kılıç ve kalem iddialaşması olduğu için, bahis kelimesinin bir anlamının da “iddialaşma” olduğunu da dikkate alarak bu kasideye medhiyye türünde yazılmış “bahsiyye” kasidesi denilebilir.
Bu münâzarada verilmek istenen mesaj şudur: Bu dünyada asl olan adaleti sağlamaktır. Kalemin temsil ettiği ilim ve kılıcın temsil ettiği siyaset, güç birliği ederse gerçek adalet sağlanabilir. Kalem ve kılıç birbiriyle münakaşa ettiği sürece gerçek adalet temin edilemez.
AÇA Mehmet - GÖKALP Halûk - KOCAKAPLAN İsa, (2009). Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, İstanbul: Kriter Yayınları.
Ahmedî, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi Hamidiye Bölümü Yazmaları, No.1082.
Ahmedî, Divan, Haz. Yaşar AKDOĞAN (e-kitap)
(http: //ekitap .kulturturizm .gov .tr/dosya/ 1128334/h/ahmedidivaniyasarakdogan.pdf ) .
AKSOY, Hasan, “Münâzara”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,
C.6, s.468-469, İstanbul: Dergah Yayınları.
ÇAKICI, Bilal, (Ocak 2010). “Mehmed Bahâeddin’in Münâzara-ı Seyf ü Kalem’i”, Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, II/1, “Kültür Tarihimizde Yarış”.
DİRİÖZ, Meserret, “Türk Edebiyatında Münâzara” Milli Kültür, C.2, S.1, s.20-22.
DURMUŞ, İsmail (2006). “Münâzara-Arap Edebiyatı”, DİA, 31, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
ERDOĞAN, Mehtap, (2009). “Sıdkî Paşa’nın Alegorik Bir Eseri: Berf ü Bahâr” Turkish Studies, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4/2 Winter, s.360-405.
İZ, Fahir, (2008). Eski Türk Edebiyatında Nazım I, Ankara: Akçağ Yayınları.
KÖKSAL, M. Asım, (2004). Peygamberler Tarihi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
KÖKSAL, M. Fatih, (2006). “Münâzara-Türk Edebiyatı”, DİA, 31, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
LEVEND, Agah Sırrı, (1988). Türk Edebiyatı Tarihi, 1.Cilt, Ankara: TDK Yayınları.
Mehmed Bahâeddin, (1339). Seyf ü Kalem, Amasya: Sadâ-yı Millet Matbaası.
ÖZKAN, F. Hakan, (1997). Şa’banzade Mehmed Muhteşem ve Münâzara-i Tîğ ü Kalem ’i, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Afyon.
ÖZTÜRK, Mürsel (2006). “Münâzara-Fars Edebiyatı”, DİA, 31, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
SARAÇ, M.A. Yekta (2009). Eski Türk Edebiyatına Giriş, (Edit. Abdulkadir GÜRER), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
ŞENTÜRK Ahmet Atilla, KARTAL Ahmet, (2005). Eski Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları.
TANYILDIZ, Ahmet, (2005). Firdevsî-i Tavîl Münâzara-i Seyf ü Kalem, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
ÜNVER, İsmail, “Fuzûlî'nin İki Mesnevisinde Nizâmî Etkisi” Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi, PDF.
YAVUZ, Yusuf Şevki, (2006). “Münâzara”, DİA, 31, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
YÜCEL, Ayşe, “Türk Edebiyatında Münâzara ve Şenlik’in Münâzaraları”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Dr. Himmet Biray Özel Sayısı, s.324-335.
Türk edebiyatında münazaralarla ilgili yüzyıllara göre tasnif için bk. (Erdoğan, 2009: 362)
Mürekkeb kafiye, birden fazla ses benzeşmesinden meydana gelen kafiyelerdir.
Mürekkep kafiye çeşitlerinden biri olan Mürdef kafiye (Kafiye-i Mürdefe) ise reviden önce ridf (â,û,î) bulunan kafiyedir. (Saraç, 2009: 141)
Metin, bölümlere ayrılarak ve bazı imla değişiklikleri yapılarak Yaşar Akdoğan’ın “Ahmedî Divanı” adlı çalışmasından alınmıştır. Okumada tereddüt edilen yerler için Divan’ın aslına (Süleymaniye Kütüphanesi Hamidiye Bölümü Yazmaları, No.1082, v.58b-60b) müracaat edilmiştir.